
Diplomatik İlişkiler ve Politik Araştırmalar Merkezi (DİPAM) Başkanı Dr. Tolga Sakman, Donald Trump'ın 17-19 Eylül 2025 tarihleri arasında gerçekleştirdiği İngiltere ziyaretini ve bu ziyaretin çıktılarını kaleme aldı.
***
ABD Başkanı Donald Trump’ın 17-19 Eylül tarihleri arasında Londra’ya yaptığı devlet ziyareti, hem sembolik hem de stratejik açıdan iki devlet arasında ve transatlantik ilişkilerde yeni bir sayfa açtı. Kraliyet törenleri ve görkemli diplomatik ritüeller, ziyaretin medyada öne çıkan yüzü oldu. Ancak bu şatafatın ardında, Washington ile Londra arasında giderek daha karmaşık hale gelen ilişkilerin nasıl yönetileceğine dair ciddi bir sınav vardı.
İngiltere Başbakanı Keir Starmer, Trump’ın monarşi hayranlığını dikkate alarak Kral Charles’ın davetini bir diplomatik koz olarak değerlendirdi. İngiliz monarşisi Trump’ın politikalarında daha önce de dengeleyici roller üstlenmişti. Şubat ayında Beyaz Saray’da yaşananların ardından Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenski’yi kucaklayan da Mayıs ayında Trump’ın 51. eyalet olması yönündeki baskısı altında kalan Kanada’ya dayanışma göstermek için giden de Kral Charles'dı. Bu müdahalelerin Trump’ın saldırgan söylemini azalttığı görüldü ve iki devletin diplomatik çevrelerinde “sıradışı” olarak nitelendirildi.
Kral Charles ziyaretin daha çok gösteriş ve şatafat kısmını içeren kraliyet etkinlerinde siyasi söylemlerden geleneksel olarak uzak durdu. Ancak Kral iki devletin özgürlük ve demokrasiyi savunmak için nesillerdir birlikte savaştığını vurgulayarak bugün Avrupa ve Orta Doğu’da saldırganlığın yeniden canlandığı bir ortamda, iki ülkenin ortak sorumluluklarını yerine getirmesi gerektiğine dair söylemiyle İngiliz devletinin yaklaşımını ortaya koymuş oldu. Trump ise iki devlet arasındaki akrabalık ve kimlik bağına atıfta bulunarak Ukrayna ve Orta Doğu da dahil olmak üzere dünya genelinde karşılaşılan yeni zorluklara her zaman birlikte yanıt vereceklerine dair söylemiyle yakınlığı vurguladı.
Teknoloji ve ticaretin yeni boyutu
Ziyaretin en somut çıktısı, “Teknoloji Refah Anlaşması” oldu. ABD, teknoloji şirketlerinden gelen 150 milyar sterlinlik yatırım paketi, Londra’nın yapay zeka altyapısını geliştirme arayışına ivme kazandıracak.
AB'nin regülatif baskıları altında olmadan yapay zeka alanında belirlenen vizyon ve çalışma prensipleriyle hızla ilerleyen ve Batı için bir standart geliştirme arzusu da olan İngiliz hükümetinin bu çabası, yükselen Çin teknolojisine karşı önemli bir dengeleyici faktör olarak görünüyor. Bu noktada, ABD’nin bunu kullanma arzusu anlaşılabilir. Zaten Trump bu anlaşmayı, müttefiklerin yapay zeka dünyasında “hakimiyet kurmasına” yardımcı olacak yeni bir teknoloji anlaşması olarak duyurdu.
Ayrıca Starmer hükümeti, yatırımların yaklaşık 7 bin 600 kişiye istihdam sağlayacağını iddia ediyor. Bu da Starmer'in İngiliz iç kamuoyuna vermek için beklediği bir müjde.
Bununla birlikte, öngörüldüğü türden bir yapay zeka altyapısının inşası, İngiltere’nin enerji arzını artırmasını gerektirecek. Bu noktada iki ülke, İngiltere’nin gelecekteki yapay zeka veri merkezlerine güç sağlayabilmesi adına nükleer enerji konusunda ortak bir zemin buldu. ABD ve İngiltere, bu ziyaret kapsamında her iki ülkede de nükleer santral inşa etmeyi kolaylaştıracak bir anlaşma imzaladı.
Diğer taraftan Trump’ın tüm dünya üzerinde gümrük vergileriyle başlattığı ticaret dengesizliği ardından İngiltere’nin ABD ile anlaşmaya giden ilk ülkelerden olması dikkat çekici. Mütevazı anlaşma, İngiltere’den ithalata yüzde 10’luk gümrük vergisini koruyor. Ancak her iki ülke için tarım ürünlerine erişimi biraz artırıyor ve İngiliz otomobil parçalarına uyguladığı vergileri düşürüyor. İngiltere ise ABD mallarına uyguladığı gümrük vergilerini ortalama yüzde 5,1’den yüzde 1,8’e düşürüyor. Üstelik Trump’ın gelişinden önce İngiltere, ABD’nin çelik ihracatına uyguladığı yüzde 25’lik gümrük vergisini kaldırmasını umuyordu. Ancak bu planlar rafa kaldırıldı. Bu sebeple, İngiltere’nin çelik endüstrisi çöküşün eşiğine geldi. Bu konudaki hayal kırıklığı ise toplantıya yansıtılmadı.
Transatlantik ilişkiler ve Avrupa güvenliği
ABD-İngiltere ilişkisi, derin istihbarat bağları, güçlü bir şekilde entegre olmuş orduları ve önemli ticaret bağlantıları ile göz ardı edilemeyecek kadar önemlidir. Washington ayrıca, genişletilmiş bir nükleer kalkan ve istihbarat, gözetleme ve keşif gibi temel kabiliyetleri sağlayarak Avrupa güvenliğinde hayati bir rol oynamaya devam ediyor. ABD’yi gemide tutmak hala kilit bir öneme sahip ve Londra bu göreve talip gibi görünüyor.
Starmer’in yüzde 5’lik ulusal güvenlik harcama hedefini tutturma ve ABD yapımı F-35’ler edinme taahhüdü, transatlantik güvenlik işbirliğine yönelik anlamlı yatırımlar olarak karşımıza çıkıyor. İngiltere ve ABD arasındaki savunma bağlarının yakın bir şekilde devam ettiğine dair bu göstergeler, transatlantik ilişkileri güçlendirecektir.
Avrupa, İngiltere’nin Trump’ı memnun etmek için ne kadar ileri gidebileceğini takip etti. Brexit sonrası AB şartlarından uzaklaşan Londra’nın hareket alanının daha geniş olması, teknoloji gibi konularda Washington ile ortak paydaya gelmesini kolaylaştırdı. Böylece Trump’ın “Önce Amerika” dünya görüşüyle uyumlu alanlarda işbirliği sağlamayı başarması diğer Transatlantik müttefikler için bir örnek oluşturdu.
Hemfikir olunmayan konu: Filistin
Trump ve Starmer'in odada hiçbir personeli olmadan yaklaşık bir saat baş başa görüştüklerinde Ukrayna ve Gazze’yi de ele aldıkları tahmin edilebilir. Basın toplantısı sırasında oldukça dostane bir tavır takınsalar da anlaşamadıkları temel konulardaki tutumlarını değiştirmedikleri kısa sürede ortaya çıktı. İngiltere’nin Filistin devletini tanıma planı sorulduğunda Trump, aynı fikirde olmadığını söyledi ancak Starmer’in Hamas’ı kınamasından memnun oldu.
Filistin’in tanınması muhtemelen sahada somut değişikliklere hızla yol açmayacak ancak bu durum İsrail’e, ABD’ye ve dünyaya İngiltere’nin statükonun sürdürülemeyeceğine inandığı yönünde bir mesaj gönderecektir.
Ziyaret kapsamında İngiliz hükümetinin Trump’tan İsrail’in saldırılarını sona erdirmesi yönünde tavır almasını beklemese de konuyu tarafsızlaştırmayı önerdiğini ve Trump'ı hiçbir şekilde misilleme yapmaması için ikna etmeye çalıştığını düşünebiliriz.
Beklentiler ve ziyaretin başarısı
Londra’nın bu ziyarette temel olarak ABD-İngiltere arasındaki ilişkileri vurgulamak, ikili ticaret bağlarını derinleştirmek ve farklılıkları önemsiz göstermek adı altında üç hedefi vardı.
Tüm ihtişam ve şatafat ile Trump’ı yakın tutarak en azından diplomatik bir bedel ödemeden aynı fikirde olmama hakkını kazanmak ve üstelik bu anlaşmazlıkları da çok görünür kılmamak İngiltere ve Starmer için diplomatik bir zafer olarak okunabilir. Böylece İngiltere, ABD’nin birincil sembolik ve stratejik müttefiki olarak kendi iç siyasetinde ve Avrupa’da bir dayanak sağlamış oldu.
Ayrıca, tüm bu çaba ve karşılığında gelinen nokta Brüksel ve Avrupa geneline transatlantik ilişkilerin gücünü ve koşulsuz ABD desteğine güvenme günlerinin sona erdiğini bir kez daha hatırlattı.
[Dr. Tolga Sakman, Diplomatik İlişkiler ve Politik Araştırmalar Merkezi (DİPAM) Başkanıdır.]
* Makalelerdeki fikirler yazarına aittir ve EKONOMİM editoryal politikasını yansıtmayabilir.
Yorum Yazın